18 Aralık 2013 Çarşamba

Osmanlı’nın Gözükara Süvarileri: Deliler


 
 Osmanlı fetihlerinin sürdüğü ve toprakların genişlemeye devam ettiği dönemde Rumeli sınır boylarında düşmanlara korku salan yeni bir askeri sınıf ortaya çıkar. Vahşi hayvanların derisinden yapılmış başlık ve elbiseler giyen, vahşi görünüşleri ile düşman askerlerinin yüreğindeki en ilkel korkuyu açığa çıkaran bu yeni süvari sınıfına halk Deliler adını verir.

      Tarihi belgelere bakacak olursak Deliler denilen bu sınıf ilk olarak 15. yüzyılın ortalarından başlayarak görünmeye başlar ve 16. yüzyılda tam bir düzene erişir. Tarihçi Neşri’nin aktardığına göre 1444 yılındaki Varna ve 1448 yılındaki Kosova Muharebeleri’nde Deliler Osmanlı ordusunun bir parçası olarak savaşırlar.

     Halk onlara Deliler lakabını takmıştı ama bu lakap akıl sağlıklarının yerinde olmamasından değil, tam anlamıyla gözükara olduklarından dolayı verilmişti. Yine eski kaynaklara göz gezdirdiğimizde bu insanlara neden Deliler denildiğini Fransız mühendis ve asker Alain Manesson Mallet’ın 1684 yılında yayınlanan Les Travaux de Mars ou l’Art de la Guerre adlı eserinde görebiliyoruz:

      Bunlar öylesine cesurdurlar ki bir kralın hizmetine girdikten sonra, onları vazgeçirebilecek hiçbir ceza korkusu yoktur. Bu nedenlerden dolayı Türkler onlara deli adını vermişlerdir ve bu ad, dillerinde “gözü pek” anlamına gelir. 

     Yine bir başka Fransızca kaynakta, 1672’de, Fransız elçisi maiyetinde İstanbul’a gelen Antoine Galland’ın yayınlanan günlüklerinde Delilerden şöyle bahsedilir:

     Deli sözü Türkçede mecnun anlamına gelir, ama bundan bu adamların mecnun ya da akıllarını yitirdikleri anlamı çıkarılmamalıdır. Bu, kendilerini tehlikeye atmak konusunda gösterdikleri azim ve inattan, nefislerini tehlikeye gerçekten deli imişçesine bir pervasızlıkla atışlarından dolayıdır.

      Deliler Nasıl Ortaya Çıktı?

      Delilerin ortaya çıkmasın nedeni, bizzat Osmanlı’nın kendi iç sorunları, yani taht kavgaları, Anadolu’nun her yerinde beklenmedik biçimde patlak veren ayaklanmaların yarattığı kargaşaydı. Çoğu zaman Rumeli sınır beyleri bu ayaklanmalara hazırlıksız yakalandıklarından önlem almakta oldukça zorlanıyordu. Böylesine beklenmedik tehlikeler karşısında bir daha hazırlıksız yakalanmaktan çekinen Rumeli sınır beyleri, en sonunda akıncılardan farklı olarak doğrudan kendilerine bağlı hafif atlılardan oluşan süvari birliklerini çözüm olarak gördüler. Ve böylece Deliler tarih sahnesindeki yerlerini aldı.

      Başlangıçta Semendire, Bosna gibi Rumeli’nin önemli merkezlerinde kurulan Deli askeri teşkilatı zamanla büyüdü, önceleri küçük bir bölük biçiminde yalnızca sınır beylerinin muhafız birlikleri iken, gün geçtikçe Osmanlı ordusunun en korkutucu savaş unsurlarından birisi durumuna yükseldi.  Kuruluş yıllarında yalnızca Rumeli’deki sınır beyliklerinde görev alan Deliler XVII. yüzyıldan itibaren merkezde veziriazamın, Anadolu’daki vezir ve beylerbeyilerin maiyetlerinde de oluşturulmuş ve tamamen ücretli maiyet askeri statüsüne geçmişlerdi.

   
 Genelde Beylerbeyi’nin ya da Bosna ve Semendire sancak beylerinin maiyetinde bulunan deliler aylıklarını hizmet ettikleri bu beylerden alırlardı. Ne sadakatlerinden ne de cesaretlerinden en ufak kuşku duyulmadığı için de bu beylerin özel korumaları olmaları son derece olağandı. Öyle ki, Osmanlı tarihinde sıkça görülen, Yeniçeriler ve diğer askerler tarafından başlatılan ve çoğu zaman bir devlet büyüğünün katli ile sonuçlanan olayların hiçbirine Deliler’in katılmadığını görürüz. Barış dönemlerinde etkileyici ve sıradışı kıyafetleri ile sadrazamların düzenlediği divan alaylarının en önünde giden Deliler sadrazamlara yol açar, olası suikastlara karşı efendilerini korurlardı. Sefer sırasında ise ordunun en ön safında giden Deliler korku bilmeksizin düşmanın içine dalar, onların hatlarını yarmaya çalışır ve canlı esir ele geçirerek düşman hakkında bilgi edinmeye çalışırdı.

      Sultan III. Murad’ın oğullarının sünnet şenliğinde Deliler sultanın önünde hem binicilik yeteneklerini hem de daha sonra çıplak bedenlerine sapladıkları çeşitli kesici aletlerle, dayanılmaz acılara dayanabildiklerini ve sultana olan ölümüne sadakatlerini göstermişlerdir.

      Deli Ocağı’na katılmak kolay değildi. Öyle her isteyen Delilere katılamıyordu. Delilere katılmak isteyen bir kişinin öncelikle iki temel koşulu yerine getirmesi gerekiyordu: Gösterişli ve korkutucu bir fizik yapısına sahip olmak, savaşmaktan ve ölmekten korkmadığını, cesaretini kanıtlamak.

     Deli Ocağı’na mensup olmanın önemi tarihi vesikalardan anlaşılmaktadır. Herkesin gelişigüzel kabul edilmediği bu ocağa dahil olmak için de bazı şartların yerine getirilmesi zorunluydu. Delilere katılmak isteyen kişinin yerine getirmesi gereken iki temel şart vardı. Gösterişli bir fiziki yapıya sahip olmak ve cesaretini, savaşma becerisini kanıtlayabilmek. Cesaretlerini ve savaş aletlerini kullanmaktaki hünerlerini kanıtlamak için savaşta hiç olmazsa 8-10 düşman süvarisini öldürerek zaferle dönmeleri yine Delilerden beklenen şeylerdi. Bu koşulları yerine getirip kendini ve cesaretini kanıtlayarak eğitim aşamasını başarıyla tamamlayan Deliler, düzenlenen bir tören ile yemin eder ve ocağa özgü başlıklarını giyerek Deliler Ocağı’na resmen katılmış olurlardı. Bayrak adı altında 60’şar kişilik küçük ocaklara ayrılan Delilerin birkaç ocağı bir delibaşının emrine verilirdi. Delilere katılmak için ırk ya da dinin bir önemi yoktu. Genellikle Türklerden oluşmasına karşın Deliler Ocağı’nda Boşnak, Sırp ve Hırvatlara da rastlamak olasıydı.

      Delileri Osmanlının diğer askeri birliklerinden ayıran en önemli özellikleri hiç kuşkusuz kıyafetleriydi. Delilerin  elbiseleri aslan, kaplan, sırtlan ve ayı benzeri hayvanların kürklerinden yapılır, rahat hareket edebilmek ve yaralandıklarında yaraları ile de düşmana korku salmak için zırh falan giymezlerdi. “Serhatlik” adı verilen yüksek topuklu, sivri burunlu, arkasında mahmuzu bulunan  ve genelde sarı renkte deri çizme veya ayakkabı giyerlerdi.  Delilerin deli kalpağı adı verilen kalpakları çizgili sırtlan, kar leoparı, samur ve pars benzeri vahşi hayvanların derisinden yapılır,  bu kalpakların üzerinde kartal kanadı ya da tüyleri bulunurdu. Kullandıkları başlıca silahlar ise Macar usulü bir mızrak, kılıç, satır balta, bozdoğan, şeşper, gürz ve savaş çekici idi. Delilerin atları da en az kendileri kadar sıradışıydı. Atlar çoğu zaman kartal tüyleri ile süslenir, atın kafası üzerine serilen bir aslan postunun ağzından çıkardı.

     Bilinmeyene karşı insanın doğasında var olan ilkel korkunun düşmanın savaşma azmini ne derece etkileyeceği açıktır. En parlak dönemlerinde sayıları on bine ulaştığı düşünülecek olursa, üzerlerine doğru gelmekte olan on bin vahşi görünüşü süvarinin düşman askerleri üzerinde nasıl bir psikolojik etki yarattığını ve dehşete düşürdüğünü anlamak zor olmasa gerek.

      Bizanslı tarihçi Khalkokondyles, Delilerle karşılaşan düşmanın durumunu şöyle anlatır:

     Delilerle karşılaşan düşman, öncelikle neyle karşı karşıya olduğunu, nasıl bir varlıkla savaştığını, karşısındakinin insan mı insan dışı bir varlık mı olduğunu anlamaya çalıştığı için şaşkınlık içinde kalır.

      Cesaretleri sıkı bir eğitim ile birleştiğinden, en verimli dönemlerinde hiçbir orduda Deliler ile denk başka bir süvari sınıfı daha bulunmuyordu. Khalkokondyles, “Öyle görünüyor ki doğa onlara, herkesin üstünde bir güç ve vücut kuvvetini ve onların gücünü denemek isteyenlerin gücünü aşan düzeyde, rastlanmayan nitelikte bir kılıç kullanma ve savaşma becerisi vermiştir” diyordu. 1828–1829 Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki gözlemlerini aktaran İngiliz Sir Adolphus Slade, Delilerin Ruslarla adeta spor yaparak çarpıştığını, Rus siperlerinin dibine kadar sokulup Rus süvarilerine laf atıp onları kızdırdığını ve eğitimli atları ile Rus piyade saflarını adeta parçaladığını anlatır. Atlarıyla adeta bütünleşen delilerin manevralarına ayak uydurmak o kadar zordur ki, Sir Adolphus Slade, Rus topçusunun çok ender olarak Delilere zarar verebildiğinden bahseder. Deliler diğer düşman ordularına da esin kaynağı olmuştu. Polonyalılar (Lehler) sarı botlar, göğsü kapatan parlak zırhlar, uzun kartal kanatları ve leopar  derileri ile kendi Delilerini yaratmışlar ve bunlara “Winged Hussars” yani “Kanatlı Atlılar” adını vermişlerdi.

     Korkutucu görünümleri,  olağanüstü cesaretleri ve savaşma azimleri ile Deliler Osmanlı ordusuna uzun yıllar boyunca mükemmel biçimde hizmet
ettiler. Fakat zaman içinde tüm Osmanlı’yı tutsak alan bozulmadan ve yozlaşmadan Deliler de nasiplerini almışlardı. Emrinde oldukları beylerin sık sık görevden alınmaya başlamasıyla birlikte Deliler başıboş ve işsiz kalınca bunun sonucu olarak askeri disiplinlerini yitirdikleri gibi halka eziyet etmeye ve köylere saldırmaya başladılar. Sonunda II. Mahmud tarafından 1829 yılında  Deliler Ocağı lağvedildi ve karşı koyanların öldürülmesiyle bir dönem de kapanmış oldu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder