I. Tarih Yazımında Anadolu’nun Fethi:
Anadolu’nun fethi bugünkü Türkiye’nin temellerinin atıldığı, yaşanan içtimai hayatın formasyonu, konuşulan dil, inanılan din gibi Anadolu Türkünün hayat tarzının tüm cepheleriyle belirlendiği bir hadisedir. Bugün Türkiye’de özellikle siyasi ve içtimai hususlarda görülen birçok olayın köklerini, Anadolu’nun fetih sürecinde aramamız gerekebilir. Çünkü Anadolu’nun fethi ile yoğrulan “Türkiye” hamuru iyisiyle kötüsüyle, pozitif ve negatif boyutlarda bugünlere kadar bir şekilde etkisini sürdürmektedir. Böylece, bu derece ciddi öneme haiz bu hadisenin sosyal bilimlerce multidisipliner düzlemde tahlili ve tetkiki Türkiye sosyal bilimi için hala elzem noktadadır.
Aslında Türkiye tarih yazımında Anadolu’nun fethi olgusu büyük ölçüde önemini muhafaza etmiştir. Ancak yeterli sayıda eserin ortaya çıkmamasının nedeni olarak bu dönemi içeren kaynakların kemiyyet olarak azlığı öne sürülmüştür. Yine de bu fetih sürecini genel çerçevede sağlıklı şekilde tahlil edebileceğimiz kaynaklara sahibiz. Şimdi birinci el kaynaklara baktığımızda Anadolu’nun fethi ile müteallik bugüne kadar sağlıklı ulaşmış kaynak belli başlı noktalarda tasnif edilir. Genelde Türk kaynaklar -örn: Danişmendname, Saltukname ve Oğuzname gibi-, yerli halkların özellikle din adamlarının yazdıkları eserler -örn. Urfalı Matheus, Süryani Mihael Kronikleri vb.-, Bizanslı vakanuvisler –örn. Anna Komnena’nın Alexiad’ı , Ioannes Kinnamos’un Historia’sı- ve Müslüman kaynaklar -örn: el-Kamilu fi’t-Tarih gibi- çeşitli kaynaklardan yola çıkılmıştır.
Bizim burada üzerinde konuşmamız gereken, tetkik eserler denilen ikinci el kaynakların ne işlevde olduğudur. Şüphesiz Selçuklu Tarihi denilince akla Osman Turan gelmektedir. Yazdığı eserlerde Ortaçağ Türk-İslam siyasi tarihi alanında oldukça geniş çaplı bilgileri ihtiva eden Turan, Anadolu’nun fetih sürecinin siyasal boyutunu en iyi inceleyeceğimiz eserler sunmuştur. Fuat Köprülü, Ali Sevim, Yaşar Yücel, M. Halil Yınanç, İbrahim Kafesoğlu gibi tarihçilerin de bu alanda eserleri mevcuttur.
Ancak bu dönemi inceleyen eserlere baktığımızda genellikle bunlar mevcut birinci el kaynakların direkt aktarılması ve kısaca hülasası şeklinde ve siyasi tarih çizgisiyle mahdut teşekkül etmiştir. İşte mezkur hadisenin tüm cepheleriyle incelenmesi hususunu en iyi Claude Cahen yapmıştır. Osmanlılar’dan Önce Türkiye adlı eserinde hem yoğun bir siyasi tarih muhtevası varken hem de bu sürecin sosyo-ekonomik boyutunun incelendiği görülmektedir. Ayrıca bu hususta Speros Vryonis’i de zikretmek gerekiyor. Her ne kadar eserlerinde Anadolu’nun fethi mevzuuna negatif perspektiften bakmışsa da yine bu süreci tüm yönleriyle incelemiştir. Bu nedenle bu eserlerde Anadolu’nun fethinin sadece bir işgal değil bir milletin yabancı topraklarda yeni bir kültür inşaası olduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır.
Ayrıca yukarıdakilere ek olarak bazı kaynaklar, ya milliyetçiliğe hizmet maksadını taşıyan hamasi ya da muhatabını teferruatların içinde boğan ve ne mesaj verildiği anlaşılmayan bir eksiklikleri de barındırmaktadır. Ama Anadolu’nun Fethi gibi bir hadise, böylesi dört dörtlük herkesin mutlu mesut yaşadığı bir vakıa değil, acıları ve problemleri olan sancılı bir olaylar bütünüdür. Bu bölümü Osman Turan’ın şu ifadesiyle noktalıyorum: 1071′den sonra Anadolu’ya yapılan bu büyük muhaceret ve iskan hareketi araştırılmadığı ve anlaşılamadığı için Türkleşme hadisesi bir muamma halinde kalmış ve çok defa yerli halkların toptan ihtida veya imhasına atfolunmuştur.[1]
II. Fetihten Önce Anadolu Coğrafyası
Anadolu, tarihi boyunca şu dört önemli siyasal, etnik, sosyokültürel ve dini dönüşümü peş peşe yaşamıştır: Helenleşme, Romalılaşma, Hıristiyanlaşma ve nihayet İslamlaşma.[2] Anadolu’nun fethi ise sonuncu sürecin sancılı başlangıcıdır.
Anadolu, tarihinde, birçok kavim, din ve kültürlere sahne olduğu veya bunların kıtalararası intikalinde köprü vazifesi gördüğü halde hiçbir zaman, Türk istilası devrinde olduğu gibi, etnik, dini ve kültürel bakımlardan bu derece külli ve süratli bir inkılaba uğramamıştı. Araplar, Emeviler ve Türk ordusu ile birlikte Abbasiler zamanında, iki asır kadar Anadolu’yu fethetmek ve İslam’ın rakibi olan Bizans İmparatorluğunu çökertmek için giriştikleri fasılasız cihad ve gazalara rağmen bu büyük vazifeyi başaramamışlardı. Selçukluların az zamanda bu ülkeyi fetih ve kendilerine vatan yapmalarında Türk orduları yanında bir milletin toptan muhacereti birinci derece rol oynar.[3]
Anadolu’nun demografik yapısına baktığımızda takip eden asırlarda vukuu bulan savaşlar neticesinde nüfusta azalma olduğu muhakkaktır. Mevcut nüfusun çoğunluğunu Rum olarak adlandırılan Anadolu’nun Hıristiyanlaşmış ve Greklerle karışmış yerli halk oluşturmaktadır. Bu kesim ziraatle meşgul olan köylülerdir. Ayrıca Gregoryen Ermeniler ve Monofizit Yakubiler ve güneyde meskun Süryaniler bulunmaktadır.[4] Bizans merkezi iktidarı bu kiliseler üzerinde ağır mali, siyasi ve dini baskılar uygulamaktadır.[5]
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Anadolu coğrafyasının Türk fetihlerinden önce ve bu fetihler sırasında da hem siyasal hem kültürel olarak yekpare olmadığıdır. Birbirinden farklı hayat tarzına sahip toplulukların birbiriyle olan ilişkileri, Türk fetihlerinin istikametinde önemli amillerdendir. Çünkü Doğu Roma’nın Anadolu’yu bütün olarak hakimiyeti bu farklı toplulukların kendi içlerindeki uyumunun bozulması nedeniyle artık geride kalmıştır. Bu toprakların doğusunda Türkmen atlarının sesi duyulduktan sonradır ki Doğu Roma’nın bu hakimiyet çabası, bir sonraki bahara ertelenen hayaller kervanına katılacaktır.
III. Türkler Geliyor
Prof. Osman Turan, Anadolu’nun fethinin en büyük amillerinden birisi olarak Oğuzların Türkistan’dan Anadolu’ya yaptıkları büyük göçü özellikle vurgular. Orta Asya’da yığılan ve kesafeti yüksek olan bu nüfus Horasan, İran, Azerbaycan coğrafyalarını çiğnemiş bir kısmı Irak ve Suriye’ye giderken diğerleri Anadolu’ya doğru yönelmiştir. Göçebe yurtsuz Oğuzların muhacereti, Selçukluları en çok uğraştıran meseledir. Selçuklu sınırları içinde olsalar dahi çoğunlukla Sultan’ın emirlerini pek dinlemezler, başına buyruk hareket etmektedirler.
Selçuklu Sultanları, hem kendi mülkündeki yerli halkı Türkmen yağmalarından korumak hem de devletin siyasal ve askeri gücünün dayandığı Türkmenlere de yurt bulmak ve onların geçim derdine çare bulmak gibi birbiriyle çatışan iki ağır meseleyle karşı karşıya olmuşlardır.[6] Başıboş ve dağınık bir yığın halinde Türkmenler, Kafkasya ve Azerbaycan’daki yığılmaları bir raddeye vardıktan sonra Doğu Anadolu’dan itibaren batıya doğru muhaceret başlamıştır. Anadolu’ya müslüman Türkmen/Oğuz göçüne muvazi olarak Balkanlarda da büyük oranda gayri-müslim Oğuz, Kıpçak muhacereti vukuu buluyordu.[7]
Barthold, Selçuklu Sultanlarının ele avuca sığmaz kardeşlerinden kurtulmak ve onların kendi güzel İran topraklarında kötülük yapmalarını önlemek için bu disiplinsiz Oğuz aşiretlerini tercihan İmparatorluklarının basamakları olan Anadolu’ya gönderdikleri nazariyesini ileri sürmektedir. Bu olay Anadolu’nun yeni Türkistan olurken, İran’ın Türkleşmekten kurtulduğunu izah etmektedir.[8]
Böylelikle Türkmenlerin Anadolu’ya kaydırılması, İran’da düzenin sağlanması kolay olacağı gibi O. Turan’ın tesbitine göre bu politika, Selçuklu Sultanlarının merkezileşme çabalarının da neticesidir. Bir yandan da yükün Anadolu’ya kaydırılması, yağmalanan İslam topraklarına (Irak, Suriye vb.) da nefes aldıracak ve orada bozulan nizam tekrar tesis edilecektir.
1055′te Ahlat fethedilir. Türkmen akınları Doğu Anadolu’da etkisini göstermektedir. Aynı yıllarda Balkanlarda Şamani Oğuzların Bizans’a baskısı devam etmektedir.[9] Bu arada Türkmenlerin kol gezdiği Anadolu bölgelerinde yaşayan yerli halktan belli kesim (özellikle Ermeniler ve Süryaniler) Bizans’tan nefret etmişlerdir. Bunlar, Bizans’ın çeşitli politikaları nedeniyle yerlerinden sürülmüş veya belli ölçülerde baskı görmüş kitlelerdir. Tabi bu sırada Doğu Anadolu’da ciddi isyanlar çıkmaktadır. Bizans’ın otoritesinin çöktüğünü gören Ermeniler, Rum ve Süryani köylerini yağmalamışlardır.[10] Ermeniler, Anadolu’nun bazı bölgelerinde küçük prenslikler kurmuşlardır.
1064′te Alp Arslan, Ani Kalesini zabt eder. Bu kale Anadolu’nun kilididir. Anadolu akınları Alp Arslan döneminde ağırlık kazanmışsa da “yüksek dağlar, derin vadiler, müstahkem şehir ve kaleler ile dolu olan bu ülke, açık arazi savaşlarına alışkın bulunan Türkmenler için çok defa zorluklar” çıkarmıştır.[11] O sebeple Malazgirt Savaşı öncesinde kalıcı ve ciddi mahiyette bir işgal hareketi görememekteyiz. Çünkü Türkmenler Anadolu içlerine ilerledikleri halde kale ve şehirlere giremiyorlar ve oradaki garnizonlar Türkmenlerin saldırılarını püskürtüyorlar ve kayıp veren Türkmenler de İran’a, Azerbaycan’a geri çekiliyorlardı..[12]
Claude Cahen, Alp Arslan’ın Bizans İmparatorluğu’nu ortadan kaldırmayı düşünmediğini aynı zamanda Türkmenlerin Rumlarla savaşmasına itirazının da olmadığını belirtir. O dönem Türkmenlerin hiçbir siyasal amacının olmamasına rağmen onlara hiçbir siyasi ve askeri direnç gösterilmediğini de belirten Cahen: “Bizanslılar, Türkmenlerin istemedikleri kadar içerilere girmelerini sağlıyor, içlerindeki çeşitli hizipler yardım karşılığında onlara belki kolaylıkla ele geçiremeyecekleri yerlerin kapısını açıyordu.”[13] Zaten yukarıda da bahsedildiği üzere 11. yüzyılda Anadolu’nun rengarenk kültürlerden olan ahengi çökmüş ve bu farklılıkların çatışması Türk fatihlere avantaj sağlanmıştır.
İmparator Diogenes’in Anadolu’daki kötü vaziyeti çözmek için hazırladığı ordu, Malazgirt ovasında Alp Arslan’a yenilir (1071). Malazgirt’ten sonra Türkmenler, Anadolu’yu ciddi mahiyette yağmalamışlardır. Bu durum yerlilerin onlara itaat etmeye mecbur bırakmıştır. Ancak bazen de tercihen itaat ediyorlardı. Çünkü Türkmenler güçlü bir idari teşkilatlanmaya haiz olmadığı için vergi almıyordu.[14] Ayrıca Türkmenlerin tek vücud hareket etmediğini görmemiz açısından İbrahim İnal ve Kutalmış isyanlarını dikkate almamız icab eder. Ayrıca bu sürecin başlarında bu tür istiklal denemeleri merkezi otorite tarafından akamete uğratılmıştır. Nasıl ki yerli halk arasında uyumsuzluk varsa Türkler arasında da birlik problemi görülmektedir.
Anadolu ve Ortadoğu’da Selçuklu hareketliliği asıl Melikşah döneminde kendisini gösterir. Türkler bu aşamada dahi Bizans iç siyasetinde etkin unsur rolüne bürünmüştür. Hatta merkeze isyan edip tahta çıkan Alexis Comnene’nin bu başarısında Türklerin rolü de vardır.[15] Türkmenler için Bizanslıların hangi hizipten oldukları önemli değildi; iki hizipten kazandıkları aynıydı.[16]
Büyük Selçukluların, Ortadoğu ve Anadolu siyasetinde etkinliğinin azalmasını müteakib Anadolu’da birden çok müstakil beylikler ortaya çıkmıştır. Bunlardan önemli olanı Danişmendliler, Anadolu’nun fethinde önemli roller oynadıkları gibi Anadolu Selçuklularının rakibi konumundadır. Ancak I. Haçlı Seferi ve onu müteakip Alexis I. döneminde vukuu bulan Bizans’ın İç Anadolu’ya doğru ilerleyişinde Danişmendliler, Anadolu’nun hakimi ve müdafisi olmuştur. Sonuç olarak, Türklerin gelişi Anadolu’daki bütüncül siyasi hakimiyetin tesisini geciktirmiştir. Anadolu’nun uzun zamandır bulamadığı sakin ve barışçıl günleri Anadolu Selçuklu’nun azamet dönemlerine tesadüf etmiştir.
Ayrıca değinmemiz gereken bir nokta daha var ki Anadolu fatihleri bu süreçte gaza/cihad ülküsünü kullanmışlardır. Gaza ve cihad ülküsü, Türk yığınlarının Anadolu’yu fethetmesine zemin hazırlamış, teşvik etmiş ve meşrulaştırmış önemli bir amildir. Fatih komutanların askerlerine hitap ederken bu ülkünün tesirlerini sıkça görebilmekteyiz. Bunun neticesinde Battalname, Danişmendname, Düsturname gibi epik kahramanlık eserlerinin oluştuğu edebiyat gelişmiştir.
IV. Kılıçların Gölgesinde Anadolu
Anadolu’nun fethinin mahiyeti şu cümlede özetlenir: Bütün bu şartlar bize Anadolu’nun tipik askeri bir işgalini değil, fakat azımsanmayacak büyüklükte göçebe halkların etnik göçünü gösteriyor.[17] Hem Osman Turan’da hem de diğer Türk ve Batı kaynaklarında Anadolu’ya gelen Türkmenlerin sayısında mübalağa göze çarpmaktadır. Ancak Cahen, Türk muhaceretinin rakamlar bazında çok abartılmaması gerektiğini çünkü o dönemde genel nüfus oranları ve Anadolu’nun fetih sürecinde nüfusunun azalmış olduğu ve orada yaşayan birçok etnik unsurun kendi nüfuslarının az olduğunu belirtir. Ayrıca fetih sürecinin yerli halk üzerindeki olumsuz tesiri doğum oranını azaltırken geleceğe umutla bakan istilacılarda doğum oranı artmıştır. Aynı zamanda yerli halk ile Türkler arasındaki evliliklerden doğan çocukların Türk sayılması da önemli etkendir.[18] Bu husus dikkate alındığında Anadolu’nun Türkleşmesi salt kesif Türkmen akınlarının işgaliyle değil evlilik, ihtida gibi unsurlarla da oluştuğu belirtilmelidir.
Yunan tarihçi S. Vryonis, Anadolu’nun fetih sürecini nomadization ve islamization olarak iki yönlü inceler. Ve bunun oluşumunu da fethin nomadic (Türkmenler) ve sultanic (devlet) olarak iki koldan yürütülmesine bağlar. Bu iki kolun yürüttüğü fetih tarzı birbirinden farklı olduğu gibi Bizans üzerinde de farklı etkileri olmuştur.[19] Çünkü Selçuklular, Anadolu’da sistem oturtmak istemişler ve sadece askeri değil, siyasi ve iktisadi mahiyette hareket etmişlerdir. Bu minvalde Bizans ile ilişkilerinde zaman zaman değişiklikler olmuştur. Ancak Türkmenler için yukarıdaki sistemli hareket söz konusu değildir.
Türkmenler duruma farklı açıdan, özellikle iktisadi açıdan bakmış ve Anadolu’ya yerleşmeyi karar kılmıştır. Otlak alanları sınırlıydı ama çoğu yarı-göçebe çobanlar olarak yaşamayı sürdürüyorlardı.[20] Daha sonra da bahsedileceği gibi Anadolu’nun iç kısımları Türklerin eski topraklarına benzer birçok özelliği barındırdığı için bu coğrafyayı kendi vatanları kadar sahiplenmişlerdir. Neticede Anadolu, zamanla diğer vatan topraklarını rahatça ikame etmiştir.
Türk fetihleri sürecinde nüfus hareketliliği görülmüştür. Ortodoks Bizanslılar Şarktan ve Orta Anadolu’dan Garbî Anadolu’ya çekilirken Ermeniler de Türklerin önünden Torosların dağlık bölgeleri ve Kilikya istikametinde göçmekte ve evvelce Bizans’ın bu taraflara sürdüğü nüfuslarını kesifleştirmekte idiler.[21] Aynı zamanda yine bu topraklarda gerek daha batıya doğru gerek Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde dikkate değer yerli halk göçü vukuu bulmuştur. Ayrıca kırsal alanlardaki nüfus değişimleri ve savaşlar tabii olarak tarımsal üretimi etkilemiştir. Zaten savaş alanı haline gelen Anadolu’da harpler sebebiyle artan ölüm oranına bir de kıtlık ve veba gibi diğer etmenler de dahil olmuştur.[22] Bu nüfus hareketliliği, Türk Anadolusunun inşaasına yardım etmiştir. Ayrıca şehirlerde ve kırsal alanlardaki bu farklı nüfus, Anadolu şehirlerinin ayakta kalmasına ve kimliklerini idame etmesinde tartışılmaz önem kazanmıştır.
Ayrıca Vryonis’e göre göçlere, yerinden edilmelere, soykırımlara, vebaya, kıtlığa ve köleleştirme çabalarına rağmen, Anadolu’daki Hıristiyan yerli halkın çoğunluğu Malazgirt’ten 50 sene sonra bile hala yerinde duruyordu. Kuzeyde, Anadolu’da bazı yerli unsurlar varsa da tam bir Türk yerleşimi olmuş güneyde ise Türklerin sadece askeri işgali söz konusudur. Buna sebep olarak bölgenin ikliminin Türk develerine elverişli olmaması ve Bedevi ve Kürt çobanlarının mevcut olmasıdır.[23]
Dini açıdan baktığımızda Türk fatihleri, her türlü dini ve mezhebi hususlara ilgisizdir ve Anadolu’da din değiştirme yönünde bir çaba içerisinde de değillerdir. Ancak Türklerde hakim mezhep Hanefiliktir. Türkmenler, askeri olarak ihtiyaçlarını karşıladıkları ölçüde yerli halkın mahalli idaresini değiştirmeyi düşünmediği sanılmaktadır. Anadolu’nun fetih sürecinde Anadolu, Türkmenlere cazip geldiği gibi yerli halk nazarında da Türkmenler, müslümanlık bakımından Araplara benzemediğini fark etmişler ve Türkmen alpleri ile Bizans akritaileri arasında benzerlik kurulduğu sanılmaktadır.[24] Ayrıca Selçukluların, kendisinden farklı inançlara karşı tahammülleri çok sonraki dönemlerde de devam etmiş ve Anadolu’da heterodoks sufi hareketlerin yaşamasına ve bu hareketlerin liderlerinin burada ikametine imkan vermiştir.
Anadolu’da uzun zamandır ihtiyaç olmadığından şehirlerin tahkim edilmesi ihmal edilmiştir. Türk akınlarının başladığı sıralarda belli başlı şehirlerde tahkimat görülse de yeterli değildir. Ayrıca Malazgirt sonrası karışıklıklar ve anarşi durumu da bu kötü duruma etki eden diğer etmenlerdir. Ayrıca özellikle Alexis Comnenes döneminde olmak üzere Marmara (Bithynia) ve bazı Anadolu kıyılarında surlar, kaleler kurulmuş veya yeniden tahkim edilmiştir. Yine Comnene hanedanının eliyle Türklerden geri alınan şehirlere oradan kaçan yerli halkın yerleştirilmesi çabaları görülmektedir.[25] Türkler de Anadolu’da bazı şehirleri yeniden inşa ettiler. Mesela Danişmendliler, Sivas ve Kayseri’yi; Selçuklular, Ankara, Aksaray, Niksar, Konya gibi şehirleri onarmış, geliştirmiştir. Mevcut durumun istikrarı sağlandığında Bizans ile Türk şehirleri arasında ticaret de gelişmiştir.[26] Önemli ticaret yolları üzerinde bulunan Anadolu’da bu yollar üzerinde hanlar kervansaraylar inşa edilmiştir. Ayrıca Selçukluların ticarete yönelik askeri ve siyasi politikaları Anadolu’yu yakın zamanda yaşadığı anarşi günlerini unutturacak refaha kavuşturmuştur. Bizans Anadolu’sundaki ekonomik hayat, belli çerçevede Müslüman Anadolu’da da devam etmiştir. Yine Rumlar, Ermeniler ve Süryaniler; ziraat, zanaat ve ticaret boyutlarıyla Müslüman Anadolu’nun iktisadi hayatını devam ettirdiler. Aynı zamanda Rum ve Türkler arasındaki ticaret de canlı ve gelişmektedir. Bizans payitahtı ile Konya arasında ve oradan güneye yahut doğuya doğru ilerleyen kervan ticaret yolları oldukça işlektir. Bunu Konya’da yapılan hanların sayısal fazlalığından anlayabiliriz.
Vryonis, Türkmenlerin Anadolu’da tarımsal faaliyette bulunmadığını ve geçimini de mevsimlere göre tertiplenen yıllık yağma ile tedarik ettiğini ve bu nedenle bir de savaş alanı olmasından ötürü Anadolu’da tarımın olumsuz etkilendiğinden bahseder.[27] Hatta bu duruma trajik bir cümle ile neticelendirir: Biz, çiftçi ile çobanın, mera ile bozkırın nihayetsiz mücadelesine şahit oluyoruz.[28] Ancak Anadolu’da Türkmenlerin hepsinin yağmacılıkla iştigal etmediği bilinmektedir. Nihayetinde burada bir devlet teşekkül etmiş ve bu devlet, kendi hukukunu, kendi ordusunu, kendi hükümetini icra edebilir haldedir. Anadolu’daki yağmalar, merkezi otoritenin tesisi sağlandıktan sonra umumi aşayişi bozacak derecede ciddi mahiyette değildir. Ayrıca Vryonis, burada Anadolu’nun Türkmenlerce bozkırlaştığı izlenimini verse de Anadolu’nun tarım alanındaki çöküşü Türkler gelmeden önce kendisini göstermiştir. Özellikle tarım ve ticaret Türkler gelmeden önce karışan Anadolu topraklarında çoktan grafiksel olarak inişte seyrediyordu.
V. Anadolu Halkları: Hıristiyan Rumlar & Müslüman Türkler
İki farklı medeniyet ve iki farklı sosyal yaşam kitlelerinin karşılaşması ve birbiriyle etkileşimleri Anadolu’nun fetih sürecinin dikkate alınması gereken manzarasıdır. Öncelikle ele almamız gereken ilk nokta, yerli halkın ve yeni sakinlerin Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi iki farklı inanca sahip olmalarına rağmen birbiriyle nasıl ilişkiler içinde olduğu veya tek bir coğrafyada ortak yaşam alanını nasıl oluşturdukları irdelenmelidir.
Türkler, Anadolu’ya geldiklerinde zaten yeni müslüman bir halktı ve bu dini de hem şehir hem de kırsal cephede tam olarak özümseyememişlerdi. Ayrıca Selçukluların yerli gayri-müslimlerle ilgilendikleri ve onlara tanınan özgürlüklerin mahiyeti de bilinen bir gerçektir. Bu sayede Anadolu’da çeşitli inanç grupları hayatiyetini sürdürebilmiştir.[29] Asıl burada vurgulanması gereken husus Anadolu’da müslüman ve hıristiyan halkların birbirleriyle asırlarca sürecek ortak yaşamı, nasıl oluşturdukları ve temellerinin nasıl atıldığıdır.
Anadolu’da Hıristiyanlık, eski Anadolu kültlerinin belli şekillere sokularak kutsiyetlerini devam ettirdiği bir halk hıristiyanlığıdır. Aynı şekilde Anadolu’da hakim olan müslümanlık da yine halk müslümanlığıdır. Ve böylelikle bu iki taraf arasında çok erken dönemlerde ortak hayat oluşmuştur. Ayrıca bu iki din mensupları arasında teolojik tartışmaların cereyan etmiştir. Ayrıca bu iki kültürün yakın ilişkileri neticesinde ortak dini mekanlar (türbeler), dini günler (Hıdırellez) gibi kültürel ögeler oluşmuştur.[30] Ayrıca Türkler, Anadolu’da fetih alameti için bazı kiliseleri camiye çevirirken genel olarak dini yapılara dokunmamışlardır. Ancak savaşlar sırasında birçok yapı gibi dini müesseseler de tabii olarak zarar görmüştür.
Ayrıca bazı gayrimüslim yerli halk arasında müslümanlığa ihtida hareketleri göze çarpmaktadır. Gönüllü olarak müslüman olan yerli halk olduğu gibi Vryonis, kılıç yoluyla cebri yollarla müslüman yapılanların var olduğunu iddia eder.[31] Vryonis’in dayanağı Danişmendname’dir. Ancak Danişmendname gibi eserler bu dönemde Türklerin yurt bulma kavgası ve yerli halkın müdafaa savaşının yarattığı atmosferde yazılan epik eserlerdir. Bu tür eserlerde kullanılan coşkun dile dikkat edilmesi gerekir. Ayrıca ihtida hareketlerinin ne boyutta ilerlediği hakkında elimizde öenmli bir kaynak yoktur.
Anadolu’da Türkleşme, Türkler ve yerli halk arasında evlilikler yoluyla da hızlanmıştır. Bu evliliklerden mütevellit yeni nesil çoğunlukla Türk olarak hüviyet kazanmıştır. Rum aristokratlar ile Türk yöneticiler arasında evlilik ilişkileri bu fetih sürecinin önemli bir cephesidir. Bazı Selçuklu emirlerinin yerli Rumlarla veya Bizans’la evlilik yaptıkları bilinen bir gerçektir.
Bu evliliklerin yanısıra yavaş yavaş oluşan Türk idari kurumsallaşmasında bazı Rumların görev aldığı da tesbit edilmiştir. Hem Selçuklu hem de Osmanlı döneminde bu Rumlar önemli devlet görevlerinde hizmette bulunmuşlardır. Bu Rumlardan bazıları da belli dönemlerde müslüman olmuştur. Yine İmparatorlarla arası iyi olmayan Rumlar da Müslüman Anadolu’ya sığınmışlar ve bunlardan bazıları da Türk devletlerinde itibar görmüşler ayrıca bazı Bizanslı komutanlar Türk ordularında görev yapmıştır.[32]
Anadolu sanatında hem yerli halkın hem de yeni sakinlerin ortak bir sanat oluşturdukları düşünülmektedir. Mesela musiki noktasında Türk musikisi ile Ermeni ve bazı Rum musikisinde hem ses hem de still benzerlikleri görülmektedir. Ayrıca Anadolu’da Türk mimarisinin teşekkülünde yerli halktan mimarların üstlendiği hizmetleri de göz ardı etmemek gerekir. Mesela Kaloyan el Konevi adlı Rum mimar Ilgın hanı ve Sivas Gök Medrese’yi, Keluk bin Abdullah adlı Ermeni mimar da İnce Minare’yi yapmıştır.
VI. Sonuç Olarak
Selçukluların Anadolu’yu fethi, İran ve Suriye’nin fethinden çok farklı mahiyette gelişmiş ve sonuçları da birbirinden farklıdır. İran ve Suriye’deki Selçukluların hakimiyeti kısa sürmüş ve buralardaki Türk varlığı zayıf olmasına karşın Anadolu’da bugünkü Türkiye’ye kadar kesintisiz bir Türk siyasi ve içtimai hakimiyeti görülmüştür. Anadolu’nun Türkler tarafından fethinin sadece siyasal olmadığını vurgulayan Grousset: Türkmen çoban Bizans köylüsünün yerini almıştır. Bunun sebebi Anadolu yaylasının irtifa, iklim ve bitki örtüsü bakımından Yukarı Asya bozkırlarının bir devamı olmasından ileri gelir… Daha ileriye gidip onları şuursuzca tarım alanlarını otlak haline getirmekle suçlayabilir miyiz? Aral’ın ıssız bozkırlarından çıkmış Oğuzların Kapadokya ve Frigya’nın eski vilayetlerini işgal ederek sadece ülkenin Türkleşmesini değil fakat oranın “bozkırlaşmasını” da sağladıkları bir gerçektir. Bundan sonra Grousset, Anadolu’nun Türklerden önceki dönemlerde de “yarı çöl” bir bozkır karakterini taşıdığını bazı müşahedelerden çıkarım yaparak vurguluyor ve böylece Anadolu’nun bozkırlaşmasının müsebbibinin Türkler olmadığını söylemiş oluyor.[33] Ayrıca Anadolu’nun parlak günlerinin Türklerce son bulduğu iddiasını bir kenara bırakmamız gerektiği gibi bu toprakları fetheden Türklerin herşeyi mükemmelen yaptığı inancını da kenara bırakmalıyız.
13. yüzyıla geldiğimizde Anadolu’nun Türkleşmesi artık kesinleşmiştir. Bazı şehirlerin isimleri Türkçeleşmiş ve bu coğrafyaya uğrayanlar tarafından Türkiye ismiyle adlandırılmaya başlanmıştır.
Anadolu’nun Fethi neticesinde bu topraklarda yepyeni kültürün oluştuğu ve oluşacağı mekan husule geldi. Anadolu, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve dünya hakimi olmasına imkan veren ve Modern Türkiye’nin oluşumunda kullanılan 1000 yıllık Türk hakimiyetinin ve medeniyetinin yoğrulduğu coğrafyadır. Buradaki Türkçe, diğer Türkçelerden farklı, buradaki Türklerin karakteri diğerlerinden farklıdır. Bu coğrafya kendisine münhasır dini anlayışa da sahip olduğundan buradaki İslami görüş de diğerlerinden farklı olmuştur.
Kaynaklar:
Cahen, Claude, Osmanlılardan Önce Anadolu, çev. Erol Üyepazarcı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2012
Grousset, René, Bozkır İmparatorluğu, çev. M. Reşat Uzmen, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2006
Ocak, Ahmet Yaşar, Ortaçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2011
Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2005
Turan, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2005
Vryonis Jr., Speros, The Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor, Los Angeles:University of California Press, 1971
Vryonis Jr., Speros, Nomadization and Islamization in Asia Minor, www.jstor.org, 08.10.2013
[1] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2005, s.278
[2] Ahmet Yaşar Ocak, Ortaçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2011, s. 140
[3] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2005, s.70
[4] Ocak, a.g.e., s. 149, [5] Ocak, a.g.e., s. 141, [6] Turan, a.g.e., s.112,[7] Turan, a.g.e., s.118
[8] Barthold’dan aktaran René Grousset, Bozkır İmparatorluğu, çev. M. Reşat Uzmen, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2006, s.183
[9] Turan, a.g.e., s.152, [10] Turan, a.g.e., s.162, [11] Turan, a.g.e., s.161, [12] Turan, a.g.e., s.277
[13] Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu, çev. Erol Üyepazarcı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2012 , s.7
[14] Cahen, a.g.e., s.27, [15] Cahen, a.g.e., s.38, [16] Cahen, a.g.e., s.9, [17]Vryonis, a.g.m., s.50
[18] Cahen, ss.103-104, [19] Ayrıntılı bilgi için bkz. Vryonis, a.g.m., s.43, [20] Cahen, a.g.e., s.17
[21] Turan, a.g.e., s. 279
[22] Speros Vryonis Jr., the Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor, Los Angeles:University of California Press, 1971, ss.169-172
[23] Vryonis, a.g.e., s. 179, [24] Cahen, a.g.e., s.56, [25] Vryonis, a.g.e., ss.216-218
[26] Vryonis, a.g.e., ss. 220-222, [27] Vryonis, a.g.m., s.56, [28] Vryonis, a.g.m., s. 52
[29] Ocak, a.g.e., s. 28
[30] Bu konuyla ilgili detaylı bilgi için bkz. Ocak, a.g.e., ss. 29-32,[31] Vryonis, a.g.e., s.177
[32] Vryonis, a.g.e., ss.229-234,[33] Grousset, a.g.e., s.185
www.aksitarih.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder